Bahçe var, bolca şarap, kaliteli müzik çalıyor, günün her saatine uyum sağlıyor Jazz.
Köpek dışarıda dolanıyor, elimde sigara yokken ayaklarımın dibine oturmaktan memnun. Bahçe ile uğraşırken şapkam ne zaman rüzgardan havalanıp uçsa müthiş bir sorumluluk bilinciyle bana geri getirmeyi kendine görev edindi.
Bahçeyi sulamak ciddi bir iş, domateslerin dibine fazla su vermemek gerek, biberlerse kendi yollarını buluyorlar. Sağlam bir toprak var ayaklarımın altında, verimli.
Günün belli saatlerinde yaptığım, yapabildiğim ve keyif aldığım kısa telefon görüşmeleri dışında saatlerce kitap okuyorum.
Bir şeylerin yolunda gittiği hissine çok hızlı alışıyor insan, yine de hazırlıksız yakalanmamak için bir yanım hep tetikte. Tedirgin olmak için fazlasıyla iyimser çevre şartlarına sahibim, şehir benden çok uzak, içimi rahatlatan da bu, canavarlarım benden kilometrelerce uzakta.Sakin sabahlar yada akşamüstlerinde yazmaya çalışıyorum, iyi değil çıkan şeyler ama en azından bir şeyler çıkıyor. Hiç çıkmadığı zamanları düşünüyorum, kabız bir yazar er yada geç kendini tüketir.
Alışabilirim bu hayata, sonsuza kadar burada kalabilirim diye geçirdim içimden. Kendime dair bir tahmin oyunu yürüttüm, bahisler şehir hayatının beni çok hızlı tüketeceği yönündeydi, öyle de oluyordu, günler çok uzundu, pek fazla müzik dinleyemezdim, yaşadığım hayata ait hissetmiyordum kendimi, sadece terk edecek kadar cesur değildim.
Hızla alışmaya çalıştığım bu sakinlik çok uzun sürmedi. Sayfiye yerlerini bilirsiniz, denize yakın, kasabaya benzer yerlerdir, bir çeşit komün hayat vardır buralarda. Plaj mafyalarınca işgal edilmemiş kumsallar, temiz su akan çeşmeler, gıda, gazete, sigara ve alkol için meydanda birkaç ufak dükkan. Güzel yerlerdir, yılın belli dönemleri hariç. Ortak tatillerde çılgın bir kalabalık akın eder buralara, kaldırabileceği popülasyonun çok üzerinde insan gelir, her yer araba, çöpler taşar, hayvanlar tedirgin olur, fırıncılar fazla mesai yaparlar ekmek yetiştirmek için, tahammül azalır. Herkesin başından bir şeyler geçer yolda gelirken, kötü yolculuklar geçiririm genelde seyahatlerimde. Ağzına kadar dolu otobüslerde, sıkışmış trafikte saatler geçirdim, denizin üzerinde yüzen bir tımarhanede çocuk bağrışları ve durmadan kusan yolculara maruz kaldım bir çoğumuz gibi. Yolda geçen her ana lanet ederken varacağım yerde bulacağım huzurun hayaliyle ayakta tuttum kendimi, farkında değildim ama alttan alta fitilim ateşlenmişti, geri sayım başlamıştı, sakin kalmayı umut edip tatilime odaklandım, tek kurtuluşum buydu. Varır varmaz sayfiye sakinliğine teslim olmuştum, içimdeki yangın sönmüştü, kendimi bahçeye teslim etmiştim.
Diş bilediğim kimse yoktu burada, bunu istediğim için değil, yalnızca şehirdeyken devamlı tetikte olmaya alışıktım ve sürekli bir kavga içindeydim, toplu taşımada, barlarda, festival alanlarında, hep hazırlıklı olmalıydın, biri gelip seni indirebilirdi. İndirilmek mesele değildi aslında, birden fazla defa kavga etmiş herkes sağlam bir dayak yiyebileceği gerçeğinin farkındadır kavgaya girişmeden önce. Mesele yeterince sert olabilmekti, ilk yumrukta yıkılmamak ve hatırı sayılır derece hasar bırakmak önemliydi. İçgüdü haline gelmişti bunlar ama dediğim gibi kavga aramıyordum aslında.
Bahçe duvarının üzerine oturmuş güneşin batmasını bekliyordum, biradan rakıya geçmek için uygun zamanı kolluyor, yalnızca soğuk suyumun kalıp kalmadığını dert ediyorum. 2 girişi olan çift katlı bir evde kalıyordum. Müstakil bir mülktü, 50’li yaşlarında, çocuksuz, şirin bir çifte aitti, çok eğlenceli bir labradora sahiptiler. Evin yola bakan kısmını tutmuştum, ön bahçe pakete dahildi. 4. yada 5 gelişimdi, sevmiştim burayı, ev sahiplerim görmüş geçirmiş, keyifli insanlardı, her gelişimde en az bir akşamı beraber geçirir, yer, içer sohbet ederdik. Burçin ve İlker, yaklaşık 30 senedir beraberlerdi, gözlerinde hala sevgi vardı birbirlerine karşı, umut veriyorlardı bana. Ben oradayken kimin gelip gittiğine karışmazlar, bazı akşamlar şaraplarıyla birlikte gelir, misafirlerime eşlik ederlerdi. Ellerinden geldiğince rahat ettirmeye çalışırlardı beni, seviyordum onları, sayfiye ailem sayılırlardı. O akşamüstü duvarın üzerinde sigaramı tüttürürken İlker seslendi, bakıyorum keyfin yerinde dedi. Evet moruk, burası bana iyi geliyor dedim. Su almaya gidiyorum, ister misin? Aklımı okudun moruk diye cevapladım, rakıya dönmeden önce tek tedirginliğim soğuk suyumun olmamasıydı. Güldük, elinde pet şişeler ilerideki çeşmeye doğru yollandı. Bazı insanlar kibar bir yaratılışa sahiptir, zarar gelmez onlardan, ne insana ne hayvana, ne bitkiye, öyle biriydi İlker. Güzel yere dükkan açtın Can diye geçirdim içimden, burada bir evin var, burada dostların var. İlker çeşmeye vardığında fazla kalabalık yoktu, sayfiye insanları birbirlerine saygılıdır, kısa bir sıra vardı, sakince ilerliyordu. İlker’in arkasında 2 yeniyetme vardı, 20’li yaşlarının başında, biri nispeten uzun, diğeriyse kısa ve esmer 2 zıpçıktı. Birbirleriyle hararetli şekilde konuşuyorlardı, az önce plajda gördükleri hatundan bahsediyorlar diye geçirdim içimden, uzun sarı saçları ve belinde dövmesi olan bir sarışın hayal ettim, o yaşlarda zordur bir kadına açılmak, ancak hatunun menzilinden çıktıktan sonra yüzleri kızarmadan atıp tutabiliyorlar diye düşündüm. Birbirlerini itip kakarak şakalaşmaya başladırlar, tam o sırada İlker’in sırası gelmiş ve suları doldurmaya başlamıştı, kısa olan İlker’e çarptı, pet şişe elinden uçtu, kibarca geri döndüğünü gördüm, tebessüm ederek bir şeyler söyledi ve şişeyi alıp doldurmaya devam etti. İnce bir adamdı İlker, dediğim gibi kibar bir çehreye sahipti, haklayabileceğin tipten adamlardandı, belki de değildi kim bilir. Uzun olan zıpçıktının İlker’e arkadan yaklaşıp ittiğini gördüm, yana doğru devrildi İlker. Buraya kadardı, sayfiye için şehirli Can ile tanışma vakti.
Duvardan atladığım gibi koşmaya başladım, yıldırım gibi indim piç kurusunun üzerine, mesafem vardı, koşuyordum, henüz ne yapacağıma karar vermemiştim, dışarıdan bakıldığında korkutucu bir yanım yoktu ama deli gibi koşuyordum üzerine, kısa olan piç diğerini uyardığında hızımı çoktan almış ve yaklaşmıştım, hangi ayağımdan güç alarak zıplayacağımı seçmek kalmıştı yalnızca, gardını alamadı, yüzünde patladım. Beraber düştük yere, ben göğsünün üzerinde kaldım, hiç şansı kalmamıştı, kısa sürdü, 3 hızlı yumruk çıkartmıştım yüzüne, başka bir şey yapmama gerek kalmamıştı kollarımdan tutup üzerinden aldıklarında, diğer ufaklık donup kalmıştı, hiç bilmediğim küfürleri savuruyordum, tehlikeli olduğumu düşünüyordu etraftakiler, değildim aslında ama öyle görünmekten zarar gelmez diye geçirdim içimden. Sol bacağım titremeye başlamıştı, adrenalin patlaması yaşıyordu vücudum, uzun zamandır sağlam bir kavga çıkartmamıştım. Ön gösterimleri hiç sevmem, hızlı olup bitmişti mesele, bir sigara yakmalıydım. Kuyudan gelen boktan bir su için kavga etmeye değmezdi aslında, pet şişesini doldurma peşindeydi herkes. Hepimiz bir yerlerden, birilerinden, bir şeylerden kaçıyorduk, kendimi tutmam gerekirdi, biraz laf dalaşı olacaktı en fazla, itiş kakışa bile gerek kalmadan birbirimize pis pis bakıp dağılırdık büyük ihtimalle. Ama tutamadım kendimi, uzundur ensemdeydi birilerinin nefesi, üzerine indiğim herifin suçu değildi bu, yalnızca birine patlamam gerekmişti, üzgünüm moruk demek istedim ona doğru zaman değildi.
Şişeleri topladık ve İlker ile birlikte eve yürüdük, pis pis sırıtıyordu, ne oldu dedim, Burçin canına okuyacak biliyorsun di mi, kavgayı hiç sevmez. Merak etme fark etmemiştir dedim pişkin pişkin gülerek, kafamızı kaldırdığımızda Burçin kollarını kavuşturmuş bizi kapıda bekliyordu. Bakıyorum yeni arkadaşlar edinmişsiniz Can bey dedi, şaşkındık ama o da gülüyordu, büyük bir mesele değildi, sayfiyedeki çift katlı evimizin, bahçenin ve köpeğin onurunu savunmuştum, hadi rakı içelim bu akşam dedim. Masa hazırdı, burada yaşamaya alışabilirim diye geçirdim içimden, burada ölebilirim.