Yazar: 23:40 Genel Kafalar

On Koca Sene…

Evet, on koca yıl geçti, Rüzgâr gibi geçti demekte var, deldi de geçti demekte.

6 Mart 2013 akşamı eve geldiğimde, babamla birkaç gündür konuşmuyorduk. Annemin “Baban iyi değil, gel elini öp sonra üzülürsün” telkini ile akşam eve geldim. Bizimki, yorgun vaziyette koltuğunda oturuyordu. Yemeğimi yedim, selam verip aşağı indim ve saat 22:00 gibi Zeynep’te bir koşuşturma başladı. Bu sırada annem aradı “Baban iyi değil, hastaneye gidiyoruz, hazırlan.” Taksi geldi, Cerrahpaşa’ya acile gidildi. Acilde en sondaki sedyeye oksijen tüpü ile birlikte yatırdılar. Acilden istedikleri ilaçları almaya giderken Kamil Hoca’yı aradım. Heyecanlı bir şekilde anlatırken hoca “Besim artık her şey için çok geç” deyiverdi.

İlaçları götürdükten sonra bekleme başladı. Bir süre sonra doktor yanımıza gelerek “ Babanız kalp krizi geçirdi, şu an durumu stabil, ancak buradaki yoğun bakım dolu. Başka bir hastaneye yönlendireceğiz, bekleyin” diye talimat verdi. Birbirimize “şimdi ne olacak” diye sorarken annem duvarları yumrukluyordu. Ambulans sonraki on iki günümüzün geçeceği, Bağcılar’da özel bir hastaneye bizi götürürdü.

Olayı haber verdiğimiz dostlarımız ile hastane kapısında birlikte bir süre bekledik ve durumu değerlendirmeye çalıştık. Onlar giderken annemden sabah üzerime kılık kıyafet getirmesini istedim. Gecenin bir yarısı gözümü kapattığımda gördüğüm rüya ertesi sabah annemin getirdiği kıyafet ile vücut bulacaktı.

Lacoste merakı, babamda ve Cumhur Amca’da vardı. Kendilerine aldıkları sırada bana da t-shirt alırlar, “Seninde bir timsahın olsun, güle güle giy” diyerek verirlerdi. Rüyamda yazlık, kısa kollu, yeşil Lacoste üzerimde olduğu halde, Şişli Camii avlusunda, musalla taşının önünde bağdaş kurmuş hâlde gördüm kendimi. Annem Mart ayazının ortasında bu t-shirt ile gelince, bunun sadece bir rüya olamayacağını anlamam uzun sürmedi. Sonraki günler beklemek ve özlem ile geçti. Zaman zaman hastane yönetimiyle, çalışanları ile kavga ettik. Zaman zaman iyiye gidiyor, yırttık diye sevindik, bazen de yoğun bakımdan gelen kötü haberlerle kederlendik.

Bu arada hastanın doktorunu sevmesinin önemini bir kez daha gördüm. Babamın, her yerinde hortum olmasına, konuşma zorluğuna rağmen o esnada güvendiği yegâne doktor olan “Kamil Hoca’yı çağırın, çıkartın beni buradan” feryatları ile birlikte hocanın hem ona hem de bize moral vermek, destek olmak için gelmesi, babamın onun gördükten sonra, hastaneye olan reaksiyonun değişmesi, hocanın telkinleri sayesinde rahatlaması, halen benliğimden çıkmayan anlardadır.

Martın On yedisi öğle saatlerinde kuzen ve nişanlısı geldiklerinde yoğun bakımdan “babanız kalp krizi geçiriyor” haberi ile irkildik. Otuz dakika sonra gelen hemşire, hayata döndüğünü, herhangi bir problem olmadığını söyledi. Sonra ablam ve annem ile birlikte bir şeyler atıştırmaya köşedeki restorana gittik. Sürecin sonunun sıkıntılı olabileceğini anlatmaya çalışırken annem, “Oğlum ben her şeyin farkındayım. Babanızın gözlerinin ferinin söndüğünü biliyorum. Ben size zorluk çıkartmam, merak etme” derken gözlerinden sicim gibi yaşlar iniyordu.

Akşama doğru, yoğun bakıma Feriköy’de oturan, sektörden tanıdığım bir arkadaşın kız kardeşini, annesinin refakatinde yoğun bakıma getirdiler. Onlarla konuşurken, hemşire gelerek, babamın kalp krizi geçirdiğini, istersem gelip görebileceğimi söyledi. O esnadaki hislerimi, alfabenin hangi harfi ile anlatabilirim, gerçekten bilemiyorum. Ancak kapıdan çıktıktan sonraki bekleme süresi, kapının her açılışında gelecek ses benim için bir ömür oldu gerçekten. Bir süre sonra hemşire, kanter içerisinde kapıdan çıkıp “ Hayata döndü” dediğinde “Hadi şişman, daha önce kaç kez yırttık, bir kez daha dayan” diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Ama olmadı. “Bir kez daha kalp krizi geçiriyor” ve vefat etti, başınız sağ olsun haberi ardı ardına geldi. İşin enteresan tarafı, bu haberden sonra hayatımda hiç görmediğim Feriköy’lü o kadının göğsünde hüngür hüngür ağlar vaziyette buldum kendimi.

Sabah 3’e doğru Cumhur Amca’yı aradım. Telefonu “Besim, haberler kötü mü?” diye açtı sonrasında “Hemen buraya gel.” diye bitirdi.

Saat altı gibi eniştemi aradık. O ablamı uyandırdı birlikte Feriköy’e eve giderken yolda “Gece rüyamda babamı gördüm. Beyaz keten gömleği vardı üzerinde, bana selam verdi ve uzaklaştı, uyandıktan sonra Serdar’a, Besim’i ara, babama bir şey mi oldu diye sor” dediği saatlerde kalp krizi geçiriyordu.

Mahalleden halamları alarak, eve geldik. Dış kapıdan en son ben çıktım. Annem kapıda umutla beklerken beni gördükten sonra “Sen neden buradasın?” diyerek ağlamaya başladı.

Cenaze işlerine başladık. Mezarlık, hastane ve en sonunda gazeteye ilan verelim dendi. Hayatımda ilk kez gazeteye ilan verecektim ve aklıma geçen sene Fulya’da Canvas tablo işinde çalışırken tanıştığım altı aydır yüzlerini görmediğim kırtasiyedeki arkadaşlar geldi. Satılmış Abi ile oraya gittik, ağlar vaziyette metni yazdırdım. Abi borcumuz ne kadar dediğimde “ Oğlum ne parası, şu an para vermene gerek yok. Sonra hallederiz, senin bir şeye ihtiyacın varsa sen bize söyle” diye yolcu ettiler.

Mezarlık, Ortaköy’de olduğu için aklında hep Beşiktaş – Sinanpaşa Camii vardı. Ama rüyamda gördüğüm üzere Şişli Camii’nde karar kılındı. Cenaze arabasında Ertuğrul Abi, “Abim bu âlemi çok severdi, ruhu şad olsun,” diyerek hocanın elindeki kitaba bahşişlerini bıraktı. Namaz kılındıktan sonra mezarlığa geldik. Tayfun Abi cenaze arabasından önce oraya gelmiş ve bizi bekliyordu. Beni görünce  “Ceketini, kravatını, cüzdanını, telefonunu çıkart bana ver” dedi. “Anlamadım” dediğimde “Sen mezara gireceksin” deyiverdi. “Abi ben beceremem” dememe fırsat vermeden beni aşağı indirdi. Oraya kadar hep aklım baliğ, hep kuyruğu dik tutan ben, hayatımda ilk kez kendini bu kadar biçare, ayakta duramaz vaziyette gördüm. Çukurdan beni 3 kişi zor çıkarttı, Mehmet Abi ve Yavuz Abi olmasa muhtemelen ayakta bile duramazdım o esnada.

Sonra, sonrası dolmayan bir boşluk…

Şirazemiz kaydı, dengemiz şaştı çok uzun bir müddet. Annem, eski kıyafetlerinde, onlarda kalan kokusunda özlem gidermeye çalıştı. Evi ondan gördüğü, öğrendiği düzende devam ettirmeye, etrafa hiç bir şey değişmedi mesajı vermeye gayret gösterdi. Bizlere, onun evlatları olduğumuzu, güçlü, mağrur durmamız gerektiğini anlattı. Masa ondan sonra da tekrar ve tekrar kuruldu, ama o zamanlarda yaşadığımız dünyaya özlem, hasret, bitmedi yıllar geçti hâlâ azalmadı. O zamanlar daha mı mutluyduk, küçük dünyamızda yaşamak mı kolaydı yoksa biz büyüdük ve kirlendi dünya mı demek gerek, bilemiyorum. Ama bildiğim tek bir şey var ondan sonra hep bir yanımız eksik kaldı.

Cenaze, mevlüt, ağlama süreçlerinden sonra, tekrar iş hayatına başladık. Bir gün sigara içerken yanıma satıştan Umut geldi. “Oğlum bu gömlek sana küçük geliyor, daha büyük beden alsana” diye beni uyarınca “Bu babamın gömleği ve üzerinde adı yazılı, nasıl giymem” dediğimi, bu konuşma üzerine onun suratının ifadesini halen aramızda konuşuruz.

Büyüdükçe, yaşadığımız olaylara baktıkça, gerçek dostlarımızın varlığına şükrediyorum. Onlar olmasaydı belki bizim hayatımızda bambaşka bir dünya olacaktı, Doğum ve ölüm gibi sonunu bildiğimiz bir süreci yaşarken, yanımızdaki insanların , bizlere olan manevi desteklerinin ne kadar önemli olduğunu anlamak için, yakınınızda, sevdiğiniz birisini kaybetmenize gerek olmadığının farkına varabilme dürtüsü, keşke her yaşadığımız olayda yüzümüze bir tokat gibi çarpmasa.

Son olarak yakın zamanda babasını kaybetmiş, Baran ile yaptığımız sohbetten aklımda kalanlarla bitirelim.

“Abi, geçenlerde bir arkadaşla konuşurken telefonunda “babam” arıyor yazdı. Çocuk üfleye püfleye telefonu açtı. Yarım ağız gelmiyorum, off diyerek telefonu kapattı. İnsan elindekinin değerini kaybetmeden anlamıyor. Keşke babam yaşasaydı ve ben onun telefonunun açabilseydim, konuşabilseydim onunla hasret giderebilseydim. Yaşarken babamın kucağına atlardım, yanaklarından öperdim, koklardım… Ama bunların hiçbirisini artık yapamıyorum…”

“İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” şeklinde bir hadis vardır. Farklı dillerde, farklı ortamlarda birçok kez babamı, hayatını, yaşadıklarını, anlattım, onu tanıyanları dinledim. İnsan ne zaman ölür diye yaptığımız sohbetlerin tamamında “Ardından hayırla yâd edecek kimse kalmadığında” ortak cevabında mutabık kaldık. Bizim hikâyemizde, kötü anıları, menfi fikirleri, anlaşamadığını ya da ondan bir şey öğrenmediğini söyleyen kimseye rastlamadım.  Umarım sizlerin de hayatınızda böyle “iyi ki” diyebileceği insanlar vardır.

Şişman 10 sene önce bu saatlerde hayata gözlerini yumdu. Umarım mekânı cennettir. Yaşattığın büyülü hayat, baba denilen kavramın içinin dolu olduğunda nelere kadir olabileceğini gösterdiğin , bize öğrettiklerin, varlığın için şükranlarımla, ellerinden, ayaklarından, gözlerinden, saçlarından hasretle öperim.

K.B.T.

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close