Tarih sahnesinden milyarlarca insan geldi geçti tıpkı kum taneleri gibi. Milyarlarca yıldızın olduğu bu âlemde, milyarlarcasının da geleceği gibi.
Okyanustaki kum taneleri gibi kendi çapımızı, büyüklüğümüzü bilmeden yaşadığımız hayatımızda etrafımızdaki hayatlara yüksünüyoruz. Onların hayatının bizden daha iyi olduğunu sanıp bazen de ahh çekiyoruz istemsizce.
Ama hiçbirimizin bir diğerinden farkı yok. Bizleri farklı yapan kendi benliklerimiz, etrafımızda bulunan ve seçtiğimiz insanların iyiliği kadar sadece. Yanımızdaki insanlar kadar, bizlerde iyiyiz ya da onlar kadar kötüyüz hepsi bu.
Serdar Abi Bezm’de benden “Ne zaman yakınındaki insanların karanlığa doğru sürüklendiğini hissederse, onların peşinden gelir ve tüm gücüyle hayata tutunmalarını sağlamaya çalışır” diye bahseder.
Kendimde güç bulduğum sürece elime pastel boyaları alıp gökyüzünü yeniden boyamaya çalıştım. Bazen düştüm, bazen kalktım ve yeniden denedim.
Son zamanlarda düştüğüm yerden kalkmam daha uzun sürmeye başlamıştı. Bu durumu dostlarım görev addederek, beni karanlıktan kurtarmak için peşim sıra gelip, beni çekmeye başladı ve bu sefer başardılar sanırım.
Hayatım boyunca her zaman yarım kalan hikâyelerin peşinden gittim. Yarım kalan, bitmeyen, olmayacağını bildiğim hikâyelerin. Bu hikâyelerin kahramanları var mıydı, yok muydu, rüya mı gördüm onları yazdığımda bilmiyorum. Artık yarım kalacağını bildiğim hikâyedeki kahramana âşık olmak karanlık dehlizlerde onun peşi sıra gitmek istemiyorum.
Gökyüzünü birlikte seyre dalıp, onunla birlikte pastel resim yapacağım kahramanı bulmaya çalışacağım.
Kim bilir, belki bizim çocuklar ile birlikte bu sefer başarırız.
Mevlana’nın dediği gibi; ” Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim. Olur ya kalp durur, akıl unutur. Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur ne de unutur.”