Alaturka bir günde şarkıların sözlerine kendimi kaptırdım. Müzeyyen Abla’nın tınılarıyla, ab-ı hayat yerine koyduğum aslan sütünün eşliğinde. Öğlen rakısının da etkisiyle kendimi çayırlara attım ve yürüdüm yolları bir bir arşınlayarak. Selahattin Pınar’ın hicaz bestesi “Bir bahar akşamı rastladım size keyifli bir telaş içindeydiniz” ilk şarkımdı. Keşke bütün hikâyeler, bütün aşklar böyle başlasa dedim, bahar geldiğinde açan tomurcuklar gibi pıtrak veren kalbime. Islak toprağın kokusunu içime çektiğimde gül ve bülbül hikâyesi aklıma geldi, sonra benim güneşi görememekten ya da fazla sudan çürüyüp giden kalbim ve Afife ve Selahattin’ in hikâyesi. Bu hikâye kalbimi her daim burkar, paramparça eder, bir damla gözyaşı eşliğinde. Afife’nin “Size mutsuzluk veririm” diye başlayan aşk, yüzyılın aşkları belgesinde Afife ‘nin Selahattin’e söylediği şu sözlerle biter aşkın ıstırabını anlatan benliğimde. Afife tüm aşkına rağmen “Selahattin beni terk et sana yalvarıyorum. Ben düşüyorum seni de peşimden götürüyorum. Ne olur bırak beni.” der ve afyonun büyüsüne devam eder farklı ellerde, bedeninin el verdiği sürece. Bir bahar akşamı rastladım size diyen adam daha sonra “Nereden sevdim o zalim kadını, bana zehretti hayatın tadını” diyerek mutsuzlukla dolup taşan kalbinin teklemesiyle nihayete erer.
Müzeyyen Abla’nın sesindeki tınılarda güvercin titrekliğindeki kalbimin hicranını bastırmaya çalışıyorum. Sonraki çıkan şarkı ile yerle yeksan oluyorum. “Hicran, yine hicran mı bu aşkın sonu söyle” diyor şarkıda. O bile farkında halimin pür melalinin, ama ben ısrar ediyorum beynimin tüm telkinlerini bastırmaya.
Vakit hafiften kızıla dönmeye başladı eşlik eden şarkıda olduğu gibi. “Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım” şarkısında, “Gittin artık, seni ben nereden bulup, yalvarayım” dizelerinde. Bu sözleri dinleyince hayatım film şeridi gibi geçiyor bir anda gözümün önünden ve ab-ı hayat dan bir yudum daha alıp, sigaramın dumanını daha bir efkârlı çekiyorum göğsümün içine en dipte kalan hücrede yanana dek.
Son iki şarkıyı tesadüfe bırakmadım.
“Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır” ı yıllarca önce dinlediğim ve halen birçok kişiden daha iyi söylediğini düşündüğüm Müjdat Gezen’ den dinliyorum. “Yalnız senin aşkın ile ruhum solacaktır. Son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır.” sözleri; mazinin kalbimde her daim tezahürünü tekrar hatırlatıyor bana. Vazgeçemediğim yıllarım, atiye inat ben buradayım sen hiçbir yere gidemezsin diyor her seferinde.
Son şarkı gene Müzeyyen Abla’dan. “Aman cana beni şad et” sözlerinin benim anladığım karşılığı;
“Aman sevgili, beni sevindir. Bana acı, yardım et. Dilersen kastetmeyi de bırak. Sen bana kıyma, bağışla. Ayrılığınla perişanım. Sana canım feda olsun. Eziyetten ve sitemden vazgeç de gel. Bir iyilikte bulun, insaf et”. dizeler maziyi anlatır gözükse de şarkı benim benliğimde atiden haber veriyor. Sükût-u hayal mi, “Olmaz ilaç sine i sad pareme” mi?
Bunun cevabını Orhan Veli’ye bırakıyorum; “Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, kelimelerinde kifayetsiz olduğunu bu derde düşmeden önce”. Derdi ve dermanını biliyorum. Lakin geçmiş ve gelecek omzumdaki melekler gibi. Hangi tarafı seçeceğimi bilemiyorum.