Bazen yanımızdaki insan ile çok fazla teşrik-i mesai yaptığımızı sanır ve onun hakkında fikir sahibi olduğumuzu düşünürüz. Neleri sevdiğini, neden hoşlandığını ya da hoşlanmadığını geniş geniş anlatırız semaya.
Peki; Bir insan ile fazla süre geçirmek gerçekten onu anladığımıza delalet midir? Kendi penceremizden gördüğümüz yüz gerçekten “karşı penceredeki kadın” gibi kesin ve net bir bilgi verir mi bize?
Karşındakini anlayabilmek genellikle zor zanaattır. İnsan tahlili, düşüncelerine erişim, muhakemesini anlayabilmek sadece gözlem ile yeterli olmayabilir. Genellikle bu tahlile tecrübede eşlik eder. Tecrübenin noksan kaldığı yerde, sadece idrar tahlili elinde doktor kapısında sidiğin rengine, kokusuna, köpürmesine göre yorum yapar durumda kalırsın.
İnsanın anlamlandıramadığı, aynı coğrafyada, kültürde, mahallede ya da evde büyüdüğü kişinin ondan farklı bir şekilde nasıl yaşayabildiği düşüncesidir. Nasıl benimle aynı yöne bakmaz diye eleştirdiğimiz insanlar genellikle Kilimcinin Köroğlu olanlardan değil, bizimle aynı DNA’ yı paylaşan, aynı sularda yıkandığımız dostlardan gelir. Aynı kaşıkla yemek zira her şeye bedeldir onlar anlasa da anlamasa da.
Kişileri tahlil ederken baktığımız açılar, düşünceler ve tahliller benliğimizden ya da yaşadığımız olaylardan, hatalarımızdan veya etrafta gördüğümüz yanlışlıklardan kaynaklanır elbette. Ancak insan tahlili içerisinde en çok duygu barındırır. Duyguları dışarı çıkarttığımızda et yığınından başka ne kalır naçiz vücutlarımızda.
Kalben bakmadığın her insanda yanılırsın bunu unutma. Sadece bir hücreyi görerek değil, O’nun içindekini görmeye çalışırsan ve karşındakinin anlamak istersen hayatına dokunabilirsin.
Aslolan içinde mi dışında mı olacağına karar vermektir. Gerisi laf-ü güzaf…