Her ömrün bir Eylül’ü,
Bir hikayesi,
Bir yazarı vardır elbet..
‘O vosvosu almalıyız Fi, yola çıkmak için daha doğru bir zaman bulamayacağız’
-Fi ile tanışma vakti.
Uzun soluklu bir yazmaya cesaret edebilmiş her kimse, yolun sonunda kavganın biteceğini, ölümün ama aralık kalmış kapıdan ama kolunun altından ama yaratıcının isteği ama yaratılmış olanın tercihiyle vuku bulacağını bilir yada düştüğü yol zaten bunu ona öğretir. Geçirdiğin vakti nesnel şeylere bağlamak, anlamlar yüklemek, duygular büyütmek veya kendini soyutlamalar kapısından geçirip çoğu soytarılığı yerin dibine gömme misyonunu edinmek ancak yola çıkanın, çıktığı yolda ayağına takılan çakıl taşlarına vereceği reaksiyonlar sonucudur. Kaybolduğum veya kendimi bulduğum zamanlar diye tanımladığım ve bunlardan hangisinin doğru olduğuna çok sonralar karar vereceğim zamanların öncesinde, karşılaştığım o kadının, henüz ben daha onu tanıdığımı bilmeden, beni onunla yola çıkmaya dair sonsuz bir isteğe sürüklemesinin ardından, bu meselenin nasılına ancak onunla yola çıktığım an kafa yormaya başlayabildim. Kim tarafından devrildiği belli olmayan kum saati, yine kimseye sormadan akmaya başlamıştı. Tek taş yüzüğü elinde dizinin üzerine çöken adamlar ile kol düğmesinin tekini, akşamdan kalma halde dış hatlar terminalinde daha önce hiç seni seviyorum demediği kadına çok şey ifade etmesi umuduyla veren adamların, birbirleriyle umutsuzca yarışıp, birinci sırayı ver evet cevabını kapmaya çalıştığı zamanlardı. Bazı sarhoşlukların hiç ederi yoktu, sarhoş yapılan aramaların bazılarıysa -yine sarhoşsun yani diye son buluyordu. Hiç kimse aranan kişinin ancak belli bir sarhoşlukla aranabileceğini ve sabahına unutulmak istenen kötü bir son ile bitecek o konuşmaların ayık kafayla yapılamayacağı gerçeğine inanmıyordu. Tüm bu kargaşanın içinde, mavi bir vosvos almayı becerebilmiştim, azcık gerimde kalan tüm o kaybeden hergeleleri bir kenara çekip yola çıkmak için yalnızca onu ikna edebilmem gerekiyordu. Geri kalan tüm farkındalıkların canı cehenneme.