Daha önce Edebiyat Terapi kitabını okurken de epeyce etkilenmiştim. Şimdi bu kitabı okuduğumda da derinden yaralandım.
Edebiyat Terapi: Yoksunluktan Varoluşa kitabıyla Kitap Kulübü sayesinde tanışmıştım. Virginia Woolf, D. H. Lawrence, Jean-Paul Sartre, Kafka, Stefan Zweig, Dostoyevski, Albert Camus, André Gide ve Simone de Beauvoir’un hayatlarını, yaşam öykülerini, nasıl merhalelerden geçerek yazarlığa adım attıklarını okudukça nasıl bir hayat yaşamışlar ve neden, neden, neden diye düşünmüştüm günlerce. Farklı insanlar, farklı aileler, çöken, ya da olmayan ailelerin içerisinden büyümeye çalışan, kendi yollarını çizen, acılarından büyüyen insanların hikâyeleri.
Kadının Adı Yok kitabında tek bir kişinin özelinde gördüğümüz bir hayat var. Ancak bu çok farklı hayat öykülerini okumayacağımız anlamına gelmiyor. Kadının her yaş almasıyla birlikte, her yeni tanıdığı insanla birlikte varoluşunu, ya da toplumdaki yerini sorguladığı bir hayat. Kitapta anlatılan, kadınların hayatlarındaki zorlukların o dönemlerde de olduğunu, benim dinlediğim, okuduğum dönemlerde de olduğunu hiç düşünmemiştim. Her zaman biz büyüdük ve kirlendi dünya olarak düşündüğüm zamanlarda duyduğum hikâyelerin, 70’lerde ya da 80’lerde de yaşanmış olması bana çok şaşırtıcı geldi. Hani insan değişen ve gelişen bir varlıktı. O zaman neden toplumun bir kısmını yok sayıyoruz her daim. Neden onların içlerinde yaşadıklarını, nedenlerini, nasıllarını anlamıyoruz. Ya da onlara aksettiremiyoruz?
Benim doğduğum, büyüdüğüm coğrafyada bu kadar kötü müydü? Ben mi anlamadım? Ablamlarda benzer sıkıntılar mı yaşadı acaba? Coğrafya kader mi?
Bilmiyorum?
Kitabı okuduktan sonra görüşünü aldığım dostlardan benzer tepkiler geldi. Evet kadınların yaşadığı benzer sıkıntılar o zamanlarda vardı ve bunların büyük kısmı halen devam ediyor.
Sorun sadece aile bağları güçlü olmayan, birlikte olmayı becerememiş insanlara mı özgü, yoksa tüm kadınlar aynı sorunlara, aynı bakışlara, aynı yaftalara mı uğruyor her daim?
Peki, ama ne zamana kadar kadınlar ikinci sınıf olarak görülmeye devam edecek? Sevda tahlilimde kadınlar, korunması gereken, anaç, vicdanlı insanlar olarak yer aldığı için bende mi acı çekiyorum?
“Gelişmiş toplumlar, cinsiyetçiliği yok sayıyor ve onlarda LGBT’lik yaygındır. Eyyy LGBT’ler” diye bağıran toplumda yaşayan bir birey olarak mı bakıyorum bende hayata?
Kanamasından utanan insanların, marketten ped alırken etrafındakilerin iğrenerek bakmadığı bir toplumda yaşamak bu kadar zor mu acaba?
Kadının pantolon giymesine ya da giymemesine kim nasıl karışabilir?
Bunu bize sağlayacak olan eğitimse, neden kitapta geçen eğitimli, kariyer sahibi adamların hepsi çükünün peşinden gidiyor?
Peki bu düzen nasıl değişecek?
Nazım’ın da söylediği gibi
…”Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız”…
https://www.youtube.com/watch?v=gNrCWXorSgg
Pınar yakında feminist olucum galiba.
Okuman isteyenler için kitaptan pasajlar,
Bir gün annem babama dedi ki:
Kızların çok üstüne düşüyorsun, bahçedeki çocukları korkutuyorsun, daha küçücük çocuk onlar.
Babam da anneme dedi ki:
Küçücük küçücük, çükleri yok mu onların?
Çok şaşırdım, o dediği şeyin ne olduğunu biliyor gibiyim ama bu yüzden onlara kızacağını hiç ummazdım. Hem o şeyden babamın da var, neden onlara kızıyor hiç anlayamıyorum. Şaşırdım kaldım ama bunu çözmeliyim, ne nedir öğrenmeliyim
*****
Annem bazen ağlıyor, sanırım babamdan korkuyor ve o bir gün bile babama Kaçta geleceksin, nereye gidiyorsun, kaç para harcadın diye sormuyor. Babamın çok parası var, annemin yok, bizim de yok, hepimize babam para veriyor. Sanırım parayı o verdiği için her şeye karışıyor, para çok önemli
*****
Babam artık bize pantolon giydirmiyor, annem de pantolon giymiyor. Babamdan korktuğumuz için anneme yalvarıyoruz, Ne olur anneciğim, ne olur babama söyle pantolonlarımızı giyelim diyoruz. Annem de babama soruyor, Bu kadar karışma onlara, bırak, küçücük çocuklar ne olur giyseler diyor. Babam da anneme diyor ki: Ne çocuğu hanım, geçen gün bakkaldan dönüyorlardı, arkalarından iki adam, ‘Uff, yavrulara bak’ diye bağırdı. Gözümle gördüm. Adamlar arabada olmasa parçalayacaktım. Pantolon mantolon yok, sen de üsteleme. Adam bize yavrular dedi diye neden pantolon giyemiyoruz bilmiyorum. Annem de bize yavrularım diyor, ama babam hiç demez, bizi kucağına bile almaz.
*****
Annem biraz daha yumuşak, Gel karşıma otur dedi. Konuşmaya başladı. Kızım, kadınların bir durumu vardır biliyor musun? Her ay olurlar. Belirli bir gün alt taraflarından kan akar. Üç dört gün sürer.
Kan mı, kan mı? Ne kanı, ne kanı anne, ne kanı. Nereden akar, ne kanı, neden kanar…
Yavrum, bunun adı kadınlıktır. Biliyorsun kadınların çocuğu olur, çocuğun olması için bu kanın akması gerekir.
Anne benim şimdi çocuğum mu olacak, ne zaman kan akacak, kan akınca çocuğum mu olacak?
Hayır, kızım heyecanlanma, dur dinle. Senin yaşlarında kan akmaya başlar ama, kan aktı diye çocuk olmaz. Kadının vücudunda yumurta üretilir. Bu yumurtalar çocuk olmadığı için dışarı atılır. Atılırken de kan akar. Anne, anneciğim ne kanı, ben çocuğum olsun istemiyorum. Benim altımdan yumurtalar mı çıkacak, ne olacak anne, ne olacak?
Kızım ne bağırıyorsun, ne ağlıyorsun, dur dinle. Yumurta filan çıkmayacak, çocuğun olmayacak. İleride çocuğun olması için bir olay bu. Hay Allah, daha anlatmamalı mıydım acaba? Ama göğüslerin patladı, yaşın büyüdü. Birdenbire kan görsen daha mı iyi olurdu? Şimdi bak, ben de oluyorum. Her ay azıcık kan geliyor. Çocuğum mu oluyor? Her ay kanıyor musun? Ne zaman, ben hiç görmüyorum ama?
Kimse göremez.
Külotunun içine pamuk koyarsın, kanlandıkça değiştirirsin, kimse görmez.
Erkekler de baba oluyor, onların da altlarından kan geliyor mu? Hayır gelmiyor, çünkü onların karnında yumurta oluşmuyor. Ama kızım onlar da bebeklikten çıkınca sünnet oluyorlar ya. Geçen yıl Mustafa’nın kardeşinin sünnetine gitmiştik ya.
Bu iyi işte. Anne ben kanayınca, bana da öyle hediyeler falan gelecek mi?
Gelmeyecek kızım. Çünkü bunu kimseye söylemeyeceğiz. Gizli gizli olacaksın, kimseye hissettirmeden bitireceksin.
Neden onlar büyüdüler diye düğün yapıyorlar, hediyeler alıyorlar, biz büyüyünce neden kimse bilmiyor, hediye getirmiyor?
Öff… Yeter artık yahu. Ayıp canım. Artık âdet gördük diye de hediye mi gelirmiş. Senin alt tarafından kime ne?
Sünnette ne oluyor peki, pipi alt tarafta değil mi? Pipileri kesiliyor diye bize ne? Anne, ben âdet filan olmayacağım. Olursam da büyüdüğümü herkese ilan edeceğim. Bütün arkadaşlarımı çağırıp pasta yiyeceğim. Hediyeler alacağım. Yetti artık be, yetti artık. Ayıpsa neden kanıyoruz. Kanamak kadın olmaksa neden ayıp? Pipimiz yok diye mi bütün bunlar? Bir pipimiz olsaydı biz de mi tören yapacaktık? Neden onlarınki ayıp değil de, bizim kanamamız ayıp? Yetti artık anne yetti artık. Eğer olursam, göreceksin bak âdet olduuum diye herkese bağıracağım.
Yeter kızım sus, bağırma, ayıp ayıp….
*****
Günseli’ye hafta sonunda görücü gelecekmiş, hiçbirimiz ciddiye almadık ama pazartesi günü geldiğinde olay çok ciddileşmişti, adam çok zenginmiş, yakışıklıymış da, hele bir arabası varmış, harikaymış. Günseli ve evlilik, inanılır gibi değil. İlk kez bir arkadaşımız evleniyor. Evleniyor ve kurtuluyor. Kurtuluyor mu?
*****
Ve sanırım Fügen de evlenmek üzere, onunki de varsıl biriymiş, biraz yaşlıymış ama olsun, iyi adammış. Aslında Fügen için iyi oldu, çok çekti kızcağız. Atıf ortadan toz olduktan ve Fügen bebeğini aldırdıktan sonra bir kez intihar etmek istedi, beceremedi, aramızda öyle mutsuz, öyle durgundu ki, evlenmesini biz bile onayladık. Adam 32 yaşlarında filanmış ama ne yapalım… Yalnız Fügen ’in çok büyük bir sorunu vardı, gerçi kesinlikle cinsel ilişkide bulunmamıştı ama kız değildi işte. Kız olmadığını bu adama nasıl söyleyecekti? Aramızda çok tartıştık, Sen hiç ilişkide bulunmadın ki, belki adam kızmaz dedik, ama bir çözüm bulamadık. Adam yaşlıydı, tutucuydu, anlamazdı ki. Gül müthiş bir şey önerdi, Aybaşı olduğun gece evlen dedi, ama ya adam kanı görüverirse, hem kanamanın günü gününe olacağı ne malum? Sonra o gece gelen kan miktarı aybaşı kadar mı bakalım, ya esas kan daha çok geliyorsa, ya adam bunları biliyorsa? Sonunda Feraye’ nin abisi çözümü buldu, zar dikilebilirmiş. Yine doktora gittik, Fügen yine odaya girdi. Sonra odadan çıktı, doktor ona, Koşma, jimnastik yapma, ağır kaldırma, dikkat et, korkma, hiçbir şey olmayacak dedi. Fügen adımlarını küçücük küçücük atıyor. Fügen evlendi, kocası hiçbir şey anlamadı. Günseli hepimizi çaya çağırdı, epeydir görüşmemiştik. Fügen de geldi. Hepimiz merakla konunun açılmasını bekliyorduk, onlar da sustukça susuyorlardı. Öyle bir değişmişler ki, saç modelleri, giysileri, konuşmaları, davranışları, her şeyleri değişmiş, annelerimize benzemişler neredeyse. Artık dayanamadım, Hadi anlatın, hadi hadi, çatlatacaksınız insanı, ne kasılıyorsunuz öyle dedim. Neyi anlatalım dediler. Herkes kıkırdadı. Patlayacağım şimdi, ne var bunda utanacak, eskiden her şeyi birbirimize anlatmıyor muyduk? Sevişmelerinizi dedim, neler oluyor, nasıl oluyor, ne hissediyorsunuz? Günseli Anlatacak bir şey yok dedi. Ama Fügen birdenbire elindeki pasta tabağını güm diye masaya bırakarak patladı, Bırak öğrensinler, anlat, öyle romanlarda okuduğunuz gibi değil, hani öyle uzun uzun, saatlerce, aynı anda, heyecanla, öyle değil, değil. Nasıl peki Tanrı aşkına, nasıl? İki dakika iki dakika, tam iki dakika, apışıp kalakalıyorsun yatakta.
Günseli: Yok, canım, iki dakika da değil artık dedi. Şimdi söyletme beni Günseli, söyletme bunların yanında, ilk evlendiğimde benim olmuyor, senin oluyor mu demiştim de ne yanıt vermiştin bana, söyle ne demiştin? Bizi hiçbir şey bilmiyoruz sanıyorlar. En büyük onlar, en güçlü onlar, bize ömür boyu yetecekler, bize ömür boyu bakacaklar. Biz de katlanacağız… Ama çocuklar benim başım ağrıyor, ellerim titriyor Ve Fügen ağlıyor.
*****
Ve bir gün Erhan bana demesin mi, Ben artık bir kadınla birlikte olmak istiyorum. Birden anlayamadım, beynim durdu sanki. İçimden (ben kadın değil miyim) diye geçirirken, anlayıverdim, ben kadın değilim tabiî, kızım ve insanlar pardon bayanlar ikiye ayrılırlar: kadınlar ve kızlar. Genellikle evli olanlara kadın denir ama evlenmeden kadınlığa ulaşanlar da çok iyi bilinir. Onlar aile içinde genç kızdırlar ama kendi arkadaş çevrelerinde, O kadındır biliyor musun diye dehşetle ve de tiksintiyle anılırlar. Bütün erkekler kadın diye bilinen o dişi genç kızın peşindedirler, onunla yatmaktır bütün amaçları ve sonra herkese anlatırlar. Genç kızlar ise… Onların sadece gençlikleri ve kızlıkları kalmıştır ellerinde… Bedenlerinin her tarafları ellense de, bedenlerinin her tarafına, bir erkek bedeninin her tarafı değse de, o genç kız, gerçekten genç ve kızdır. Ve kendilerini daha doğrusu bir tek o zar parçalarını, kocaları için ayırmışlardır, o kocanın hakkıdır, sevgiliye verilmez.. Benimle birliktesin ama demişim fısıltı gibi bir sesle. O başka. Bir erkeğin buna ihtiyacı var. Ama beni seviyorsun. Olsun, öteki farklı, bak dürüstçe sana soruyorum, bırak kıskançlığı, onlar alelade kadın, başka hiçbir ilişkim olmayacak ki. Kediler sokakta gördükleri ve hiç tanımadıkları dişi kedilerin etrafını sararlar, bekleye bekleye, sonunda ensesinden yakalayıp yaparlar… Sonra başka rastladıkları kediyi, sonra bir başkasını… Erhan’ı düşündüm… Hiç tanımadığı bir dişiyi, ensesinden yakalayıp etkisiz hale getirmiş, yapıyor, yapıyor… Beş dakika sonra rahatlamış, dişiyi bırakıp gidiyor. Kendimi düşündüm, hiç tanımadığım bir erkeğe gidip sürtünüyorum, önünde sırt üstü yatıyorum, hadi gel, bana gereklisin, işimizi görelim diyorum, yapıyoruz ve arkamı dönüp gidiyorum… Ve bulamıyorum, aramızda ne fark var ki, ben bunu yapamam, o yapabilir. Ne fark var biz aşk diye tutturmuşuz, onlar sadece sevişmek? Onu gözümün önünde canlandırdım… Hiç tanımadığı bir kadınla yaparken ve beş dakika sonra arkasını dönüp çıkarken… Bir hayvan gibi… bir hayvan gibi..
*****
Balayındayız, sıcak mı sıcak bir kent ve lüks mü lüks bir otelin balayı dairesi… Ci-Ci’nin parası yok ama lüksü çok seviyor… Bu paraları nereden bulmuş bilmiyorum, ama otel gerçekten çok güzel.. Odamıza yerleşiyoruz, daha ben bavulları açarken, geliyor, arkamdan belime sarılıyor, soyunuyoruz, yatağa yavaşça yatırıyor, o da üstüme yatıyor… İşte birazdan benimsin diyor… Kendimi olaya veremiyorum, nedendir bilemem, aklım Benimsin sözüne takılıyor, ben de bir şeyler söylemeliyim, yaşamımın en önemli anı bu. Ben zaten şimdiye dek de senindim mi desem, Hadi hayatım al beni mi desem, Evet ama artık sen de benimsin mi desem, Bir sevişme sonucu neden senin olacakmışım be adam mı desem? Aman, canım çok acıyor, hiçbirini diyemeden, Dur, dur yapma diye bağırıyorum. Biraz çekiliyor, yine geliyor. Dur, dur çok acıyor diye bağırıyorum yeniden. Beş kez aynı sahne yineleniyor. Kafam allak bullak, aklımdaki hiçbir güzelliği söyleyemiyorum, yaşayamıyorum.
Allah kahretsin
Sinirli bir şekilde kalkıyor, Çocuk musun sen, ne bu şımarıklık diyor. Ağlamaya başlıyorum. Bana bu kadar kötü nasıl davranabilir, hem de balayında… Neler oluyor. Hani kendimden geçecektim, hani inleyerek tek vücut olacaktık, hani defalarca zevklerin doruğuna çıkacaktık? Allah kahretsin, bütün aşk romanlarının canı cehenneme. Gelip saçlarımı okşamaya başlıyor, gevşiyorum… Yine üstüme çıkıyor. Bu kez dur dememeye kararlıyım. Abanıyor, dayanıyor, her tarafım yanıyor, dişlerimi sıkıyorum, ama hiç, hiçbir şey hissetmiyorum. Sanırım aradan üç dakika geçti, yanımda ter içinde soluk soluğa yatıyor… Çok güzeldi, dehşetti, ne tatlı şeymişsin sen meğer harikaydı, sen de geldin mi, iyi miydi…(Ne gelmesi… Nereye geldim mi? Ne yaptın ki? Canımı acıttın, biraz hareket ettin ve boşaldın… Kim, nereye geliyor… )İçimden bunlar geçerken, fal taşı gibi gözlerle suratına bakmayı sürdürüyorum… Birbirimize sarılıp, uykuya dalıyoruz… Bir de uyanıyorum ki, çarşaflar kan içinde, nasıl kan gelmiş, sanki tavuk boğazlamışlar. Aman Yarabbi! Ben şimdi bu odadan nasıl çıkacağım, çarşafı yıkasam, kurur mu? Temizlikçiler görecek… Merak etme diyor, bak çarşafın altı naylonla kaplanmış, burası balayı odası kızım..
Balayı odalarında çarşaflar naylonlu, kızlar bu odalara kapatılıp, kapatılıp, kadın yapılıyor. Durmadan, sürekli, fabrika gibi. Balayı odalarında çarşaflar naylon kaplı, akan kan şilteye geçmesin diye… Kızlar kanlarını sevdikleri erkek için akıtıyorlar, kızlar kanlarını bir ömür boyu bile olsa, kendilerini alacak erkeklerine saklıyorlar. Balayı odalarının naylon kaplı çarşafları üzerinde kızlar, acılar içinde, üç dakika içinde sıkı sıkı sakladıkları namuslarını büyük bir namusluluk için de verip, acılar içinde, kocalarının boynuna sarılıp uyuyorlar… Balayı odalarının çarşafları naylonla kaplı… Kanımız şilteye akmasın diye… Balayı odalarında naylonların üzerinde, bacaklarımızın arası kan ve acı içinde, şaşkın, okuduğumuz romanları düşünerek, kocalarımızın kollarında, naylonların üzerinde, kan revan içinde uykuya dalıyoruz… Balayı… bal..
*****
Hayatım, bir bebeğimiz olacak, senin bebeğin, ikimizin bebeği… O kadar şaşırdı, o kadar şaşırdı ki, sanki dünyada bebeği olacak ilk insan ikimiziz. Sahi mi söylüyorsun, doğru mu? Doğru tabiî, bak tahlil raporuna… Yüzü mü sarardı bana mı öyle geldi. Sevgilim çok sevinçliyim, çok iyi de… Daha çok erken değil mi, daha gezecektik, Avrupalara gidecektik, annem çok yaşlı, seninki hasta… Kim bakar bu çocuğa…(Hani, ‘Sahi mi?’ diye havalara sıçrayacaktı. Hani başını karnıma koyup, ‘Oğlum, oğlumuz burada şimdi’ diyecekti. Hani elimden tabakları alıp, ‘Aman sevgilim sen yorulma, otur, ben her işi yaparım’ diye beni bir koltuğa oturtup bacaklarıma yün battaniye örtecekti…) İstemiyor musun yani şimdi sen bu bebeği? dedim, buz gibi bir sesle. Sevgilim çok genciz, biraz yaşasaydık, ama daha vaktimiz var değil mi, düşünürüz…(Hani işe gidince günde elli kez beni arayacaktı, Bebeğimizin annesi nasıl diyecekti. Hani her gün elinde bebeğe aldığı armağanlarla eve dönecekti?) Masadan kalktım… Yatak odasına gidip kapıyı kilitledim…
Masallar, masallar… Pamuk Prensesli, Külkedili masallar… Başında kurdelesi, uzun kirpikleriyle prenslerini bekleyen kızlar… Ve prensler… Romanlar, öyküler… Biri kız biri oğlan iki çocuklu aileler. Mutfakta kek pişiren mutlu anneler, evrak çantalı, otomobilli babalar… Fügen’ler, Günseli’ler… Şişko bedenleriyle, saçı başı dağılmış çocuk peşinde koşan kadınlar, evrak çantalı kocalar, yüzü gözü morarmış kadınlar, çılgın sevişmeler, karşılıklı orgazmlar… Masallar, Romanlar… Filmler… Dört duvar arasında mutluluk simgesi kadınlar, donuk bakışlı, gülümsemesiz anneler… Aynada yüzümü gördüm, bembeyaz
*****
Bilmiyorum, ben çok güçlüyüm, her istediğimi kendi kendime elde ettim, işimi, evimi, arabamı, aklımı, düşüncelerimi, sevgilimi kendi kendime yarattım, elde ettim. Kendimle gurur duyuyorum. Peki, ama içimdeki bu sıkıntı ne, bu nefes darlığı, bu yürek çarpıntısı ne? Mutluluk için gereken her şey var ama içimdeki bu daralma ne? Daha ne bekliyorum yaşamdan? O zaman unut yürek çarpıntılarını, unut nefes darlığını, yaşam bu, kolay değil. Sıkma kendini diyorum, bırak, bırak biraz, rahat ol, bak her tarafın gerilmiş sinirden, adalelerin bir yay gibi. Bırak seni güçsüz sansınlar, ağla seni üzgün sansınlar, söyle eksikliklerini versinler, iste, istemesini öğren, yoksa hiç geçmeyecek gerginliklerin, bırak kendini, demek ki mutluluk yalnızca iş, ev, araba, sevgili değil. Bunları sürdürmek zor olan..
https://docplayer.biz.tr/58240981-Duygu-asena-kadinin-adi-yok.html
Film
https://www.youtube.com/watch?v=73b9iPdFo8E