Yazar: 22:45 Genel Kafalar

Kahramanlar Devri

Kahramanlar devri bittiğinden beri gerçek aşklar yaşanmaz oldu artık.

Dulcinea için hayal âlemlerine dalan Don Kişot, olmasaydı hatırlar mıydık devlere karşı savaşan adamın hikâyesini.

Sadece sevdiği kadın, ona bir başkasından hoşlandığını söylediği için, Roxane’i seven Cyrano de Bergerac aşkını kalbine gömerek aşk elbisesini Christian’ın üzerine yerleştirmemişiydi bir çırpıda. Üçüncü şahsın şiirinde hapsolmayı göze alan kaç kişi kaldık acaba? Sevdiğin kadın uğruna, gölgede kalabilmeyi becermek…

Aşk her zaman kadına yakışır denir. Doğrudur, bir kuğu gibi zarafetiyle kadın aşkı taşır, gösterir üzerindeki elmas kolye gibi parıldayan ışığıyla.

Ama “Şeyh uçmaz mürit uçurur” misali, yaşadığımız ve anlamlandıramadığımız duyguları anlatan, şiirlere, romanlara konu eden her zaman erkekler olmamış mıdır hayatta.

Hacı Arif Bey’in hasta eşine yazdığı Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme (yüz parça olmuş kalbime ilaç yoktur) aynı aşkın tezahürü değil midir?

“Bir bahar akşamı rastladım size” diye beste yapıp , “Nereden sevdim o zalim kadını” diyen de bizler değil miyiz? Bu kadar severken, hicran dolu satırlara geçecek kadar yaşadığı aşktan pişmanlık duyabilmek nasıl bir halet-i ruhiye’ nin eseridir.

Aşkın anlamlandırılamayan duygularını, sözcüklere dökerken, kalbinin hicranı ile çırpınmak ne kadar zor olsa gerek değil mi?

Atilla İLHAN, Cemal SÜREYA, Edip CANSEVER, İlhan BERK…

Onlardan geriye ne kaldı elimizde. Yaşadık mı, öldük mü, anladık mı?

Kankalar, aşkımlar, canımlar, anlamlandıramadığım, alfabede bulmakta zorluk çektiğim sözcükler ve köpük misali aşklar artık hepsi bu. Gece partileri, zevk çığlıkları ile geçen birkaç dakika, sabah herkes kendi yoluna.

Herkes kendi hikâyesini yazmaya çalışır deriz, ama artık anlatacak hikâyemiz bile yok. Zira kendi benliğimizle uğraşmaktan ikinci bir kişi varlığına ödün bile vermek istemiyoruz hayatlarımızda. “Ben” diyen egolarımız o kadar şişkin ki, başka birini sevebilme ihtimalimiz bile yok.

Keşke hepimiz kendi benliğimizde kalabilsek, birisini ya da bir şeyi sevmenin ne kadar güzel bir duygu olduğunu, bunun illa karşılıklı olmasına gerek olmadığını anlayabilseydik.

Sevmek ne uzun kelime demiş Cemal SÜREYA,

Sonra kelimelere dökmüş içinden geçenleri;

Dokunulmasa da, görülmese de;
Kalpte yer verilir bazısına,
Nedensiz…
Sen; aklım ve kalbim arasında kalan,
En güzel çaresizliğimsin.
Gerçi aklıma bile gelmiyorsun artık.
O kadar kalbimdesin ki…
Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme,
Kırk yılın hatırına “SEN” kalayım.
“Sevmek” ne uzun kelime…
Şimdi açsam pencereyi beklesem.
Sen gelsen, olmaz ya hani geliversen.
Hiçbir şey sormasan,
Hiçbir şey söylemesen,
Sussan,
Sussam,
Sussak…
Susuşların anlattıklarını dinlesek.

Keşke bir gökkuşağı çıksa tüm dünyayı boydan boya çeviren. Altından geçsek, kalbimizi yıkasak ilk günkü saflığımıza dönene dek. Sonra baştan başlasak hayata ve sevmeyi öğrensek.

Beklerim her gün bu sahiller de mahzun böyle ben

Gün batar kuşlar döner, dönmez bu yoldan beklenen…

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close