Siyasetten, ülkenin kaosundan, seçim atmosferinden sıkıldım, okuyucu ile sohbete attım kendimi.
Kahve soğumadan önce kitabını okuduktan sonra, hayal gücünün nelere kadir olduğunu tekrar gördüm bu kitapta. Kitapta anlatılan dört hayatta; Pişmanlıkları, söyleyemedikleri, gelecekten duydukları kaygıları ve zamanı değiştirme istekleri mevcuttu.
Özet yorumlarda;
“Öncelikle belli bir sandalyeye oturmanız gerekiyor ki o, günde sadece bir kez masadan uzaklaşıp kısa süre sonra geri dönen bir hayalete rezerve edilmiş durumda. Eğer oturmayı başarırsanız süreniz dolana kadar sandalyeden kalkamaz, kafeyi terk edemezsiniz. Bir kez daha görmeyi ümit ettiğiniz kişinin daha önce bu kafeyi ziyaret etmiş olması gerekliliği ve geçmiş ya da geleceği asla değiştiremeyeceğiniz gerçeği de cabası”… Ama hepsinden önemlisi, kahve soğumadan önce geri dönmek zorunda oluşunuz şeklinde kitabı anlatıyorlar.
Ben konuyu daha basit olarak soracağım,
Saatlerce konuşmadan ziyade, sadece bir kahve içimi zamanınızda geçmiş ya da gelecekte tanıdığınız bir kişinin yanına gitme şansınız var. Ekstra olarak size yapacağınız konuşma ile geleceğinizi değiştirme fırsatı da versem, kimin yanına giderek ne söylemek isterdiniz?
Kitabı tavsiye eden Çağla’ya “Sen kimin yanına giderdim diye sorduğumda”, “Benim geçmişimden pişmanlığım yok, bu nedenle düşünmedim ama senin nereye ve ne zamana gideceğini biliyorum. Babanın yanına giderdin ve ondan özür dilerdin dedi” , ki kitabı bitirirken aklımda hep bu düşünce vardı.
Ama aklıselimle düşündükten sonra, hastanede babamdan özür dilediğim ve birbirimizi affettiğimizi hatırladım. Eşşekler gibi pişmanım, ama son anlarında yanında, elinden tutup, gözyaşlarıyla onunla konuşabildim, vicdanımın sesini bastırmak halen zor gelse de bununla yaşamayı öğrendim.
Bir âna gitmem gerekirse, yıllar önce sevdiğim kadın bana evlenme teklifi yaptığında gözüne far tutulmuş tavşan gibi kaldığım zamana giderdim sanırım. O tarihten sonra hayatım “Askıda yaşamlar” gibi kaldı sanki. Ona evet deseydim ve sonrasında hayatım gözümün önünden film şeridi gibi geçseydi, hayatımız birlikte nasıl olurdu acaba diye merak ediyorum kitabı okuduğumdan beri.
Verdiğimiz kararların bizi gölgemiz gibi takip etmesi mi acaba meselemiz, yoksa yanlış bir karar verdiğimizi sanmamız mı keşkelerimizi pekiştiren acaba?
Doksanlardaki “Seç Bakalım” yarışması gibi oldu sanki. Seçtiğin haricinde iki perde açılacak ve sen seçtiğin perdenin içlerinde en iyi hediyeye sahip olmasını bekleyeceksin. Yirmi küsur yaşımda verdiğim karar ne kadar doğruydu bilmeyi o kadar çok isterdim ki.
İsterim, istemesine de, hayatı keşkelerle, ahhlarla, pişmanlıklarla yaşamamak yerine, zamanında doğru kararları vererek, sonrasında üzülmeden anlamlandırabilseydim, daha doğru olmaz mıydı?
Paşanın “Herkes, her şeyi Allah’tan bekleyiş ve rahatlık içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; ama nihayetinde ben de bir insanım be birader, sihirli bir gücüm yok ki…” dediği gibi ben de bir insanım.
Keşke her verdiğim karar müspet olsaydı. Genellikle, geçmişe dönüp baktığımda “keşke diyeceğim bir şeyim yoktur” diye anlatırım ama geçmişten uzaklaştıkça, daha sakin bir gözle bakmaya başlayınca hayata, bu kadar da hayatla kavga etmeye gerek yokmuş diyorum bazen.
Peki ya sen okuyucu. Senin keşken, pişmanlığın, ahh ların yok mu hiç? Geçmişte ya da gelecekte, özür dilemek istediğin kimsen?
Merak kediyi öldürür derler, benim sonum da öyle olacak sanırım.